Kahramanlar anlatıyor

Kıbrıs’ta Türk Mukavemet Teşkilatı’nda görev yapan Mücahitler, zorlu mücadele yıllarını, esir kamplarında yaşadıklarını ve Barış Harekâtı ile gelen kurtuluşu anlattı…

Esir kampında radyonun verdiği umut ve güç

Çetin Gürçağ (TMT Mücahitler Derneği Girne Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi–Kıbrıs Türk Emekliler Derneği Girne Şube Başkanı) 

Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) içerisinde kurulduğu günden beri çeşitli makamlarda farklı görevlerde bulundum. 1963 Rum saldırıları başladığında Lefkoşa’daydım. Bir süre sonra bağlı olduğum sancak olan Limasol’a giderek görevime devam ettim. 

TMT’nin kuruluşu ve sonrasındaki faaliyetleri o kadar gizlilik içerisinde gerçekleşti ki aynı evde yaşayan iki kardeş bile TMT mensubu olduklarını birbirlerinden sakladı. Birbirlerinden haberleri olmadan görevlerini yerine getirdiler. Gruplar halinde ve büyük bir gizlilik içerisinde eğitimlere alındık. 

1963 olayları Rumlar tarafından, iki Türk soydaşımızın Lefkoşa Tahtakale semtinde vurulması ve şehit edilmesi ile başladı. Ertesi gün Sarayönü’nde toplanarak olayları anlamaya çalıştık. O günlerin hemen arkasına toplum lideri Dr. Fazıl Küçük’ün sessizce görevlerinize devam edin önerisine rağmen Kıbrıs Cumhuriyeti resmi dairelerinde görev yapan Türk memurlar çatışmalardan dolayı görevlerine gidemez oldular ve böylece Rumlar, Kıbrıslı Türkleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dışlamaya başlamış oldu. 

Rumların da kurtuluşu 

Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios’a Rumlar tarafından 15 Temmuz 1974 tarihinde yapılan darbe sonrasında dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’in diğer garantör ülkeler ile yaptığı temaslar sonuçsuz kaldı çünkü garantör devletlerden biri olan Yunanistan zaten Kıbrıs’ta darbeyi yapan ülkeydi. Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti’nin müdahalesi ile hem Rumlar kendi aralarındaki iç savaştan ve birbirlerini öldürmekten kurtuldu, hem de Türkler Rumlar tarafından soykırıma uğramaktan kurtuldu. 20 Temmuz Barış Harekâtı hem Rumların hem de Türklerin kurtuluşu oldu. 

Bugün devletimizin varlığı, KKTC’nin varlığı 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı’nın en önemli sonuçlarından biridir. 

20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı gerçekleştiği gün Limasol’da bulunan bizler Rauf Denktaş’ın açıklamasının ardından yeni haber almaya çalışırken bölgenin BM komutanı İngiliz albay, saat 11.00 gibi ekibi ile yanımıza gelerek şöyle dedi: “Sizi tebrik etmeye geldik, Türk askeri şu anda Ada’nın her yerinden çıkmaya başladı.”  

Kampta zor koşullar 

Büyük bir sevinç içerisinde Türk askerinin gelmesini bekledik ancak yetersiz mühimmattan dolayı akşama kadar direnebildik.  

Gün boyu çatışmalar devam etti, akşama teslim olduk. 2200 kişiye yakın erkek esir alındı. 11 gün açık havada stadyumda zor koşullarda yaşadık. 2500 kişiye bir tuvalet düşüyordu. Dozerler getirip büyük çukurlar açtılar gözümüzün önünde. 

7 bin Türk, 45 bin Rum nüfusa karşı ne kadar direnebilirdi? Yeterli silah ve mermimiz de yoktu.   

Esirliğin ikinci gününde Hasan Cafer diye milliyetçi bir arkadaşımız Rum askerinin yat yere emrine uymayarak “Dağ başını duman almış” marşını söyleyerek askerin üzerine yürüdü. Hasan Cafer’i korumak için Rumca “delidir dokunmayın” diye bağırdık ama Rum askeri onu dizinden vurdu. Hasan “yandım Allah” diyerek yere düştü. Rum askerlerce bir arabaya konulup hastaneye götürülürken başından beş kurşun ile esir ve yaralı halde vurularak şehit edildi.  

11 günün sonunda şartları biraz iyileştirdiler daha sonra Türkiye’nin de baskısı ile bizleri okullara taşıdılar. Daha iyi şartlarda yaşamaya başladık. 

Yunan ve Rum askerler havaya ateş ederek, kaldığımız odaların camlarına ateş ederek ve sürekli olarak “Yunan ordusu İstanbul’a girdi, bugün beş Tük savaş uçağı düşürdük” diye yalan propagandalar ile biz esir Türklerin moralini bozuyordu.  

Esir kampına saklayarak gizlice soktuğumuz radyoları gizli gizli dinleyerek doğru haberleri esir Türklere dinleterek moralleri yüksek tutmayı başardık. 

Önceleri dört olan radyo sayımız bir muhbirin Rum askerlere bilgi vermesi ile bire düştü. Üç radyoyu arayıp buldular ama bir tanesini saklamayı başardık.  

Kalan tek radyoyu ise plastik bir su bidonunun altını delerek sakladık ve su taşır gibi yaparak odalara hücrelere bidonu taşıdık böylelikle Türkçe ve İngilizce haberleri esirlere dinleterek moralleri yüksek tutmaya çalıştık. 

Bu radyo esaretten kurtulduğumuz zaman saklanarak kuzeye geçirildi ve şimdi Milli Mücadele Müzesi’nde sergilenmektedir. 

Daha iyi anlatmalıyız

Anavatan gelmeseydi ve 20 Temmuz Barış Harekâtı olmasaydı Rum ve Yunanlılar birçok Türk’ü öldürecekti hatta tek bir Türk bırakmayacaktı, tıpkı Girit adasında olduğu gibi… Anavatan Türkiye bizi kurtardığı gibi Rumları da kurtarmıştır. 15 Temmuz darbesi sonrası Rumlar birbirlerini Makariosçu ve Grivasçı diye öldürmeye, katletmeye başlamıştı. Anavatanın müdahalesi ile Rumlar arasındaki çatışmalar da sona erdi.

Bugün Kıbrıs Türkü neyin 50. yılını kutladığını bugünün gençleri, yeni kuşaklar iyi öğrenmeli. Bizler onlara daha iyi anlatmalı ve öğretmeliyiz.

Ya savaşacaktık ya ölecektik

Metin Aybars (TMT Mensubu-Mücahit Komutanı–Hareket ve İstihbarat Subayı) 

20 Temmuz 1974 günü bir Mücahit olarak görevdeydim. Ancak o güne gelene kadar çeşitli safhaları oldu Kıbrıs olaylarının. 21 Aralık 1963’te başlayan olaylar, halkımızın direnişe geçmesi ile Makarios’un baskıları ve Grivas’ın saldırıları karşısında 20 Temmuz 1974’e kadar 11 yıl direndik. 

15 Temmuz 1974 sabahı silah ve bomba sesleri ile uyandık ve Başpiskoposluk Sarayı’nın yandığı haberi gelince darbe olduğunu ve Yunan askerlerinin Makarios’u doğrudan hedef aldığını anladık. Alarm geçtik, mevzileri takviye edip önlemler aldık. 

Darbe sonrası açıklama yapan yeni başkan Ada’nın Yunanistan’a bağlandığını söyleyerek Türklerin sakin olmasını istedi ama inanmadık çünkü asıl hedefin Türkler olacağını biliyorduk. Terhis olan tüm mücahitler görevlerinin başına döndü. Silah sayımız azdı, mermimiz azdı. Yunan Darbesi sonrasında “Türkiye müdahale etmezse artık bitti, Türkiye bizi artık terk etti” diyerek karamsar bir hava Kıbrıslı Türklere hâkim oldu. Ama umudumuzu da hiç kaybetmedik. Türkiye’nin geleceğine dair inancımızı hep koruduk. 

19 Temmuz akşamı Türk harekât subayı gelerek ertesi sabah askerin çıkacağını söyledi. Yine geri dönerler, yine gelmezlerse diye de endişeye kapıldık ama hazırlıklar başlayınca harekâtın olacağına inandık. 

Sabaha karşı ilk uçak geçti ve Rum bölgelerine “Sizleri de kurtarmaya geliyoruz” diye çeşitli bildiriler attı. Rumlar ikinci uçağa ateş etmeye başladılar, arkasından gelen ve paraşütle bir kukla atan uçağa binlerce mermi yağdırmaya başladı Rumlar. Daha sonra önceden bizlerin de tespit ettiği Rum askeri hedeflerine Türk uçakları bomba yağdırmaya başladı. Mermimiz olmadığından tüm mücahitlere, mevzilere emir verdik, paniğe kapılıp ateş açmayın, bekleyin. Çünkü mermilerimiz o kadar az ki bir saate bitecek tüm mühimmat.  

Rumların İphestos Planı’nın uygulanmasını engelleyen Barış Harekâtı olmasaydı Ada’daki tüm Türkler yok edilecekti. İphestos Planı’nda detaylı olarak hangi köydeki Rum dozerci Türkleri gömecek, hangi Türkler öldürülecek, nereye gömülecek diye belirlenmişti. Ya savaşacaktık, ya ölecektik, başka seçeneğimiz yoktu. 

Gömülü silahlar çıkarıldı

Erbil Aydınova (TMT Mücahitler Derneği Girne Şube Başkanı) 

19 Ocak 1941 doğumluyum. Öğretmenlik dönemimizde hadiseler patlak verdi. Olaylar patlak verdikten sonra çarpışmalar başladı.  

21 Aralık 1963 olayları patlak verdikten sonra tabii bizim elimizde silahımız, gücümüz çok az idi. Ve yer altında gömülü idiler, dolayısıyla olaylar patlak verdikten sonra hemen yer altından silahlar çıkarıldı. Yeterince olmamakla beraber temizlendi fakat o temizlenen ve nem alan mermiler de kapsülleri patlamaz duruma geldi.  

Limasol’da benim amcamın damadı tornacı idi ve bütün mermilerin kapsüllerini tornada oyaraktan aldı ve yerine av tüfeği fişeği koydu ve o şekilde mermileri çalışır duruma getirdi. Limasol çarpışmalarında o kapsüller kullanıldı. Fakat atış yaptırırken kapsüller değiştiği için ve zayıfladığı için atış anında patlamalar oldu ve o patlamaların geri tepmesi sonucu atış yapanların bazılarının yüzünün çeşitli yerlerinde yaralanmalar oldu. Onları tamir edip düzelttikten sonra biraz idare ettik, fakat Rum saldırıları o kadar şiddetli ve güçlüydüler ki…  

Esas merkezde Türk’tük fakat Rum tarafında da karma olaraktan yaşayan Türkler vardı. Bu olaylardan dolayı herkes toplanmaya başladı ve sonuçta o toplananları da esir aldılar ve biz abluka altında kaldık. Nihayetinde Türkiye’mizin sayesinde ihtarlar verildi. 20 Temmuz 1974’te “Türkiye sizi kurtarmaya geliyorum” dedi ve gelmeleriyle baskın yaptılar ve buradaki kuzeydeki Rumları da yatıştırdılar. Allah rahmet eylesin Bülent Ecevit, o dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, mecbur etti ve bütün esir durumunda olan arkadaşlar kuzeye, bize karşılık kuzeyden de güneye esir olan Rumlar aktarıldı ve bu şekilde mübadele başlamış oldu. Ben 95 gün orada Rum okullarında esir olarak kaldım. Günde bir parça ekmek, beş-altı tane zeytin ile idare etmeye çalıştık. Türkiye’nin sayesinde yine bizim cemaat meclislerimizin gayretleri ve Türkiye’den gelen yardımlar ile desteklendik ve bize haftada ailelerimiz iki defa yiyecek getirebiliyordu ve böylece kendimizi toplamaya başladık. 20 Temmuz’da asker çıkmasaydı Limasol’da sıra bize gelecekti.  

Hristodulidis’e çağrı 

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’e sesleniyorum: Geçen bu 50 yıllık zaman süresinin, barış ortamına sağladığı faydaları çok iyi değerlendirmelisiniz. Dış güçlere, Akdeniz’de imkânlar sağlama girişimlerinden, zamana oynama oyunlarından vazgeçilmeli. O zaman Akdeniz ülkeleri huzura kavuşur. 

Kıbrıs Adası’nın münhasır ekonomik bölgesindeki doğal gaz ve petrol yatakları, tüm hak sahiplerinin ortak kararları sonucu çözümlenmelidir. Rum Yönetimi’nin uygulamaya çalıştığı hukuki yönü eksik, tek taraflı çalışmalar, barışı değil gerginliği yaratır. 

Bugün 50. yılını KKTC sınırları içerisinde coşku ile kutluyoruz. Bu ortamı yaratan Türk Silahlı Kuvvetlerimize şükranlarımı sunarım. Son olarak bu günleri yaratanlara, gazi ve malul gazilere sağlıklı yaşamlar, bu uğurda kaybolup ne oldukları bilinmeyen kayıplarımıza, canlarını veren şehitlerimize, sonradan Allah’ın rahmetine kavuşan Mücahitler, mücahideler ile askerlerimizin nurlar içinde uyumalarını, mekânlarının cennet olmasını dilerim.  

Ne mutlu Türk’üm diyene… 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir